'Teknik direktöre ne gerek var'

-
Aa
+
a
a
a

Fatih Terim, nam-ı diğer "imparatore"

Her konuda önce olayı analiz edebilmenin, analiz etmede de önce doğru tanıyı koyup, sonra bu tanıya varmamızı gerektiren nedenleri saptayıp, varsa tedavi önlemlerini alıp, sonra da nedenleri ortadan kaldırarak kalıcı çözümlere ulaşmanın önemli olduğuna inanırım. Kuşkusuz ki herkes buna inanır. Ama önce tanı koymada, sonrada nedenleri saptamada anlamadığım bir şekilde yan çizmeye başladığımız için ne kısa vadeli ne de kalıcı çözümlerimiz doğru olur. Ben futbolu sevmem, futbol takımı tutmam, bu nedenle seyretmem de. (Takımlarımızın yabancı takımlarla yaptıkları maçlar hariç. Ama bunların da azımsanmayacak bölümünde uyurum.) Ancak futbol maçları için eleştirileri zaman zaman dinleyip (en azından bir bölümünü) sonra da medyada aynı olay için yapılan yorumları okumayı seviyorum. Dünkü Galatasaray maçından sonra anlamadığım bazı noktaları sıra ile yazacağım. Açık Radyo’nun ve Açık Site’nin spor yorumcuları
hepimiz için bir açıklama getirirlerse çok mutlu olacağım. Konu her ne kadar Galatasaray ve Sn. Fatih Terim gibi gözükse de, anlamadıklarım genel ve hatta aslında futbol dışında genel davranış biçimimize de örnek olabileceğini düşündüğüm noktalardır. Bildiğim kadarı ile Galatasaray Sn. Terim ile şampiyon olduğu 4 yıl dahil savunmasını oturtamadı. Hep çok gol yedi. Hatta Sn. Terim yenilenden fazla atıldığı sürece sorun yok gibi bir beyanda da bulunmuştu. Galatasaray sorununu ön tarafta etkili bir pres ve yenilenden fazla gol atarak çözmüştü. Yine bildiğim kadarı ile Sn. Terim İtalya’da da savunma işini çözememişti. Bence -iki maçını kısmen seyrettim ve benim gibi futbolun sadece eğlence yanına bakanların gözüne gayet hoş gelen oyunlardı - kazandığı maçlarda dahi savunma çok gedik veriyordu ve zaten yenilenden fazla atılamayınca orada da başarısız kabul edildi ve bu açıdan bakarsanız da başarısızdı. Sorunu savunmasında olan, ama çözümü hücumda arayan bu takım için yapılan transferleri kim yaptı? Sn. Hıncal Uluç ve Sn. Fatih Altaylı’ya göre Sn. Terim’in kendisi yaptı. Sn. Lucescu yönetiminde çeyrek finalin neredeyse kapısından dönen takım neden bozuldu? Yönetim mi para vermedi? Seçilen oyuncuların gönderilen oyunculardan daha başarılı olacağına hangi kritere göre karar verildi? Bu soruların cevapları mentalite olarak her takım için önemlidir sanırım. Sn. Terim’in savunma oyuncuları için “Onlar Milli takımın da savunmasında oynuyorlar” gibisinden söylediği sözün nedenini anlamadım. Çünkü dediği doğru ve Milli takımın da savunması dökülüyor. (Kalecimiz hariç ama, o da Galatasaraylı değil.) Bugün takımımız grup birincisi ise bu bizim başarımız değil rakiplerin başarısızlığı. Kazandığımız neredeyse her maçta rakiplerimizin bizden fazla gol atma –hem de çok fazla- şansı kendilerine verildi. Yani evet, gerçekten orada da başarısızlar da, bu neden vurgulandı, onu da anlamadım. Okuduğum kadarı ile Sn. Terim’in takım düzeni ile çok oynadığı belirtiliyor spor basınında ve bu yadırganıyor. Ben bunu da anlamadım. Takım başarısız. Eskiden de savunması başarısızdı. Bunda hemfikiriz. Galatasaray savunma sorununu orta saha ve hücumla aşardı. Bunda da hemfikiriz. Ama şimdi yapamıyor. Bana göre de o zaman tabii ki ön düzen sürekli değişecek. Olana kadar. Çünkü savunma değişemiyor. (Neden bilmiyorum.) Ya Galatasaray gerçekten savunma yapmayı öğrenip başka bir düzene, başka oyuncularla geçecek ya da bu böyle olacak tutana kadar. Medya bunun nesini eleştiriyor, yineliyorum, anlamadım. Yani hem savunma kötü kalsın -ki benim yönetim anlayışıma çok ters bu, çünkü kötü düzeltilmeye çalışılır, kötü başka bir iyilik artırılarak telafi edilmez- hem de onu toparlayacak ön taraf kötü kalsın, değişmesin. E o zaman Galatasaray’da teknik direktöre ne gerek var. Bırakın kendi kendine gitsin.Yapılan doğru demiyorum ama kendi içinde tutarlı bana göre. Takım her kaybedişinde sürekli “biz zoru severiz” diyoruz, medyamızla, oyuncularımızla, takım yönetimi ile. Allah aşkına bu ruhsal bir sorun mu? Ben vallahi kolayı seviyorum. İşler kolayca çözülebilir bir aşamadayken çözmeyi tercih ediyorum. Çünkü zoru seviyorsanız, o zaman baştan bir süre bilinçli kaybedin sonra telafi edin, hep mutlu olursunuz. Bu konuda da Açık Radyo ve Açık Site’nin tıp yazarları bir yorum yapmalı diye düşünüyorum, çünkü başarısızlığa bağlı zoru sevmek bence pek normal bir ruh hali değil. Ya da vurgulanmak istenen “zorluklardan yılmayacağımız” da, ben anlamıyorum. Anlamadığım bir nokta da (“Neyi anladın ki?” diyebilirsiniz) sürekli olarak her hafta her maç için “Şimdiye kadarki en iyi oyundu” deniyor. Bunun ne önemi var? Önemli olan takımın her hafta bir önceki haftaya oranla daha iyi, ama her hafta rakibinden daha kötü oynayıp kaybetmesi mi, yoksa takımın her hafta bir öncekinden kötü, ama her hafta rakibinden daha iyi oynayıp kazanması mı? Sanki bana ikincisi daha önemli gibi geliyor ve birincisinin pek teselli olmadığını düşünüyorum. Çünkü her hafta bir öncekinden daha iyi oynamak soyut bir süreç. Bu yüzyıllarca böyle sürebilir. Ayrıca bu takım geçen sezon zaten şampiyon ve neredeyse çeyrek finalistti sonuçta, ve takım olmak da bir süreçtir, devamlılıktır. O takım geçen yıldan bu yıla bu unvanlar ile geldi ve her hafta daha iyiye gidiliyor ise bu sonuçlar nedir? Yoksa önce geçen yılın iyisini çok kötü yapıp, şimdi o çok kötüyü sadece kötüye mi çevirmeye başlayıp bununla avunuyoruz.

Gerçekten bunu da anlamıyorum. Ve size bu olay ekonomimizle ilgili bir benzerliği anımsatmıyor mu? % 100 değer kaybeden bir TL’nın şimdi nispeten stabil kalması ile teselli bulmaktan farkı ne? Aslında konuşmamız gereken önce neden % 100 değer kaybettiğimiz değil mi?

Tüm bu anlattıklarımda fiili olaylardan yola çıkmakla beraber saçma sapan bir mantık yürütmüş olabilirim. Ancak sanırım imparatorluk yerine, her alanda kurumsal, somut kural ve organize ilişkilere dayalı, analitik düşünebilen bir demokrasi içerisinde yaşamak daha sağlıklı.